Malumunuz, çağımızın en popüler sosyal iletişim ağı Facebook. İnsanlar burada uzun zamandır görüşemedikleri arkadaşlarını dostlarını akrabalarını sadece isim arama algoritması sayesinde buluyor irtibata geçiyor. Bu anlattığım facebook ilk kullanılmaya başlandığında taşıdğı amaç. Üye sayısı çoğaldıkça bu ağ, insanların kendilerini sanal olarak ifade ettiği, beğendiği videoları paylaştığı, kayda değer gördüğü materyalleri insanların izlenimine sunduğu bir yer haline geldi. Cümlenin başında ifade kelimesini kullandım. İfade nedir? Tdk'ya düşünceyi, duyguyu, söz yada hareketle dışa vurmak. Bu kavramı Facebook'a bağlayacağım. Örnek olarak facebook hayran sayfası uygulamasında Metallica'ya hayran olan bir insan, bu eylemi gerçekten metallica hayranı olduğu için mi yapıyor, rockçıyım aga izlenimi bırakmak, metallica'yı sevdiğini ispatlamak için mi yapıyor? Bu yazımda ispat ve ifadeyi sorgulamamın sebebi, geçenlerde bir dostumun bana söylediği söz. Bana aynen şu ifadeyi kullandı. "Ya Harun bu face sosyal paylaşım ortamı olmaktan çıktı . Millet kendini ispatlamak için Profil Avtarına Atatürk fotoğrafı koyuyor. Belki hayatında alakasına vakıf olmadıklarına hayran oluyor" dedi. Mümtaz dedim. Bazı söylediklerinde haklısın. Bizim bi arkadaş vardı dedim. Sevdiği kız metalcimiydi neydi. Ama buna yüz vermiyodu. Çocukta saf anadolu çocuğu. Türkü bilir, şarkı bilir. Metal, demirle işi falan olmaz. Bir profilini gezeyim dedim. Avatarda ne gördüm tahmin et? Mümtazda merakla; ne gördün lan yine dedi. Bir tane adam elinde elecktro gitar. O da hemen kıza kendini kanıtlamak için koymuştur. Ezik işte dedi. Bende, haklısın Mümtaz dedim. İnsan kendi benliğinden taviz vermemeli kız vermese bile muhahahah. Bayağı bi face hakkında sosyal tespit içerikli geyik yaptık. Sonra konu döndü dolaştı 10 Kasımda profiline Atatürk resmi koyanlara geldi. Tabi bende koymuştum 10 Kasımda Ataya saygımı ifade etmek için. Ama Mümtaz bende ekli değil tabi. Mümtaz dedim şu Atatürk resmi koyanlar ne iş dedim. Mümtaz yine Okan Bayülgen vari aşağılaycı eleştiri yaparak; "işte bunlar kendilerini millete ispatlamak istiyorlar. Cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz, Atatürkçüyüz diye. Boş insanlar dedi. Orada durdum. Mümtaza baktım baktım. Mümtaz dedim ben boş insanmıyım. Yok hacı dedi. Ama dedim bende 10 kasımda profilime Atatürk resmi koydum. O zaman bende millete bişeyler ispatlamaya çalışan insan kategorisine giriyorum. Ama dedi senin zaten Atatürkçü olduğun biliniyor. Niye kanıtlamaya çalışasın ki? Kendini ifade etmişsin dedi.
Peki Mümtaz dedim. Birileri bir şeyi kanıtlama girişimindeyse, muhakkak bir sorgu vardır di mi? dedim. Mümtaz düşündü. Haklısın. İspat girişimi varsa sorgu girişimi de vardır. Sonra döndük dolaştık avatarına rockçı resmi koyan ezik çocuğa. Mekan nargile kafe. Konuda felsefik olunca hararetli hararetli konuşuyoruz. O ezik çocuk dedim. Kızın kendisinden farklı olduğunu gördü. Kültürel farkı gördü. Ve kendisini sorguladı. Onun gibi olabilir miyim olamaz mıyım. Kendi çapında face'ini süsleyerek onun gibi olabileceğini yine kendi çapında ispatlamaya çalıştı. Burada ispat var Mümtaz dedim haklısın. İçsel sorgu var. İçsel sorguya bağlı ifadesel ispat girişimi var. Mümtaz evet dedi. Peki dedim 10 Kasım'da Atatürk resmi koyanlar kendi Atatürkçülüklerini sorguladıkları için yada çevresindekiler onların Atatürkçülüklerini sorguladıklarını için mi avatarlarına Ata'nın resimlerini koyuyorlar dedim. Yani sorgu var mı dedim. Düşündü düşündü. İçindekileri bilemeyiz ki dedi. Kimse kimsenin Ataya olan saygısını sorgulamaz ki zaten dedi. Sorgulasa bile avatara Ata'nın resmini koymanın sevgiye ispat olacağını düşünen mal insan olmaz dedi. Peki dedim içsel sorgu olabilir mi? Çok saçma dedi. Kendini kendine kanıtlamak için profiline Ata'nın resmini koymak :S öeeh. O zaman Mümtaz dedim bir ispat girişimi varsa sorgu gereklidir. Sorgu yoksa yapılan ifade ispat olarak addedilemez dedim. Mümtaz haklısın dedi. Sorgu gerekli. Sorguya bağlı ifade ispattır. Bende son olarak Mümtaza; o zaman hangi ifadenin ispat için hangi ifadenin sadece beyan olduğunu iyi ayır dedim. Bu geyik burada bitti. Bu arada nargilede. Bitti.
9 Aralık 2009 Çarşamba
3 Aralık 2009 Perşembe
Şatafatlı Sözler Çetrefilli Kelimeler Süslü Cümleler
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjsoMleS2dMp9ok2H1J9huTGRL2zV244mzpNvP63tDgZqKTURvW5ciBv5sbcJMx1fLrIBRHRgYJrjNkhSaVMVCmeRf2QrPK9g9-NWxcoHzOnmPHiNjj8pQbGnwkh-soiE6PZ19zHyRda_c/s320/97576564373ngoym.jpg)
Okuma özürlü bir ülke olduğumuzu size kanıtlamam için medyatava.com'un tiraj arşivini önünüze serip, Türkiye'de günlük toplam gazete satış sayısı 5 milyon, Japonya'nın sadece en çok satan gazetesinin 10 milyon tirajı var demem gereksiz heralde. Hem neden diyeyim ki? Ortalık eğitim şart deyip vergi kaçıran sanatçılardan, Türkiye'de gazete neden satmıyor diye ağlayıp manşetlerinden 3. sınıf popçuları eksik etmeyen genel yayın yönetmenlerinden geçilmezken. Okumayı sevmemizi bir şekilde, yeni devlet oluşumuza, göçebe bir kültürden gelmemiz ve buna tekabülen söz sanatlarına yoğunlaşmamıza yorarak, milletimi aklayabilirim. Okumamıza gösterdiğim saygıyı şu günlerde çok duyduğum okuduğum bir söz öbeğine gösteremeyeceğim ama. Gerçi söz öbeği demek bile o basit ve iğreti kelimeyi kutsamak olur fakat daha başka basit bir ifade bulamadım. Lafı fazla uzatmayayım. Süslü Cümleler. Bu "süslü cümleler" gibi ne edebiyat literatüründe, nede Türkçeyi inceleyen herhangi bir dil konusunun bölümünde rastladım(süslü nesir müstesna:). Türkçe'de metinler basite indirgemek gerekirse ikiye ayrılır. Edebi metinler ve düzyazılar. Bu iki ana yazı türüde kendi içerisinde bir çok bölüme ayrılıyor. Sanırım bu insanların "süslü cümle" diye tanımladıkları cümleler edebi metinlerin içerisinde. Sorunda burada işte. İnsanlar "ahenk, kinaye, tasvir, dolaylama gibi yazı dilinin olmazsa olmaz ögelerini içerisinde barındıran cümleleri, birde onlara güzel geldiyse süslü cümle olarak adlandırıyorlar. İşin vahim kısmı, bu cümle öbeği bir tartışma esnasında karşıt görüşlü kişi fikirlerini yazılı yada sözlü olarak belirtirken edebi sanatlar kullandıysa, karşı tarafın savunma mekanizması olarak görülmesi. Bana süslü cümlelerle gelme. Şayet bu suçlamaya hiç maruz kalmadım. Ama gerek forumlarda, gerekse çeşitli sosyal paylaşım sitelerinde gördüm. Sonra empati yaptım. Dedim birisi bana dese. Ulan süslü cümlelerle gelme bana. Şatafatlı sözler söyleme yalın ol dese bir an durup düşünürdüm diye düşündüm. Kesinlikle mantık ve duygu karmaşası içerisinde olurdum. Şekile önem vermeyen ve yalın bir dille, tabiri caizse sokak Türkçesi ile yazan bir insan olarak gurur duymakla kendini sorgulamak arasındaki ince çizgide bocalar dururdum. Kullandığım cümleye karşımda ki süslü cümle diyor. Süslü demesinden kasıt nedir. Bir cümle nasıl süslü olabilir. Edebiyatımızda süslü nesir var. Süslü nesirde, sanat için yapılan, halkın anlamadığı bir şiir türü. Şimdi karşımdaki söylediklerimi anlamadığı için mi süslü cümleler diyor. Anlamadığından diyorsa bir sorun yok. Eğer anlaşılabilir mesajlar verdiğine inanıyorsan, karşındakinin salaklığı der geçer gidersin. Eğer burada ki cümleye yüklenen süslü ibaresi, anlayamamanın ürünüyse bir sorun yok. Bu "süslü cümleler" için birinci teorim. İkinci teorim ise, bu suçlamayı (iltifat mı suçlama mı siz karar verin:) yapan kişi, karşısında ki insanın söylediği cümleleri abartılı ve gereksiz bulması demiyeceğim. Çünki bu kişinin kendisiyle çeliştiğini gösterir. Cümle madem sana göre süslü tanımına layik. E süs kelimesi olumsuz bir kelime mi ki?
Türk dil kurumuna göre; güzellik veren, güzelleştiren şey. Şimdi cümleyi derinleştirdiğimizde, süslü kelimesinin yerine tdk'nın tanımını yazdığımızda şöye bişey oluyor. Bana böyle güzellik veren, güzelleştiren cümlelerle gelme. Bir şeyi olumsuz şekilde eleştirmek için en kötü kelime seçimi bu olsu gerek.üçüncü teorim. İşin vahim kısmı, okuma özürlü insanlar ya da duygu yüklü edebi diye nitelendirelecek cümleleri kurmaktan, yazıları okumaktan aciz insanlar, karşılarında edebi sayılabilecek bir metinle muhatap olduklarında, bu metini gereksiz buluyor. Yani edebiyatı gereksiz buluyor. Toparlamak gerekirse, bir metin için asla literatürde bulunmayan, süslü cümle, şatafatlı söz, çetrefilli kelime gibi, edebiyat özürlü insanların yaptığı saçma tanımların iki sebebi olabilir.
1. Sebep: Kurduğunuz cümle edebi bir cümleydi fakat karşınızdaki insan bunu edebi açıdan beğenmedi ve edebiyat yapmaya çalışıyorsun ama beceremiyorsun diyeceği yere, şatafatlı sözler kullanıyorsun diyerek sizi fikren eleştirdi fakat anlatım yoksunluğu sebebiyle cümle süslü kelimesi bazında incelendiğinde yüceltti. Ama özünde olumsuz.
2. sebebi: Kurduğunuz cümleleri edebi açıdan güzel buldu. Fakat "edebiyat yapma lan bana" ekolünün gelişmiş versiyonu bu adam. "Süslü cümleler" gibi daha ılıman ifadeler kullanıyor. Belkide nanoştur :)
Sözgelimi, literatürde olmayan bu söz öbeğini kullanan kişi şöyledir. Edebiyattan bir haber , edebi kelimesi de onun için bir şey ifade etmeyen, iletişim yoksunu bir insandır.
20 Kasım 2009 Cuma
Apaçi Kültürü
Bundan 15 yıl önceye kadar yurdumuzun kenar mahallerine mensup gençler, varoş kelimesiyle tanımlanırdı daha çok. Giyinişlerine bakarak sınıfsal olarak direk bir tespitte bulunabiliyordunuz.İstanbul varoşuysa eğer, genellikle Mahmutpaşadan alınma bir ceket ve pantolon. Ellerde tespih. Saçlara yana doğru taranmış. Genellikle grup halindeler tabii.
2000'li yılların sonlarında, bu bölgelerin kaçakta olsa elektrik almaya başlaması ve eskiden çok büyük bir lüks gibi görünen televizyonun ucuzlamasıyla artık gecekondularda 37 ekrandan nasibini almıştı. Varoşlar artık televizyon ekranlarında, diziler veya filmler vasıtasıyla, hayatlarında sahip olamadıkları ve olamayacakları arabaları, evleri, vilları, sosyal yaşantıları yani basite indirgemek gerekirse zenginlikleri görüyordu. Ama onlar bırakın bu zenginlikleri, daha karınlarını bile zor doyuruyorlardı. Onlar insan gibi yaşayamazken bir kısım lüks hayat sürüyordu. Bunlara imrenipte sahip olmamanın dayanılmaz hafifliği, varoş gençlerinde psikolojik olarak olumsuz bir dışa vuruma sebebiyet verdi. Artık varoşların cebine tespihe artı olarak kelebek eklenmişti.
O dönemin zengin çocuklarının korkulu rüyası olmuşlardı onlar. Artık onlara takılan varoş isminin de yerini serseri almıştı. Serseri gençlik!
Köşe başlarını tutan, bulundukları muhite yabancı bir akranları geldiğinde rahatsız eden. Belkide döven, yurdumuzun aykırı çocukları. Aykırılıklarının sebebi onların kötü bir insan olması değildi elbet. Lise dönemimde ki matematik öğretmenimin sık telaffuz ettiği bir laf vardır. "Kötü insan yoktur kötü huy vardır" diye. İçinde bulundakları ekonomik durum da bunları kötü huylara sevketmişti. Bir yanda ayaklarında adidas nike gibi marka ayakkabılar, altlarında levis pantolon, üzerlerinde marka gömleklerle sokaklarda fink atan züppe gençlik. Kendilerindeyse mahmutpaşa malı kıyafetler.
Ekonomik uçurumun yarattığı bu serseri akımı uzunca bir süre sürdü. Ta ki gerek giyim gerek teknoloji alanlarında fason sektörü patlama yapana kadar. Artık bilgisayarla logolar gerçeğinden farksız şekilde çizilebiliyor. Ve tekstil sektöründe orijinalinden ayırt edilemeyecek kadar mükemmel kopya ürünler üretilebiliyordu. 2000'li yılların ortalarına gelindiğinde bu kopya ürünler Türkiye'de neredeyse her yerde satılmaya başlanmıştı. Serseriler benliklerini yitirip kapitalizme yenik düşmüştü. Daha önce televizyonlarda ki dizi karakterlerinde görüp asla alamacayakları derecede pahalı olan kıyafetlerin, gerçeğinden farksız kolpalarını giymeye başlamışlardı. Artık bu aykırı insanları kıyafetlerine bakarak anlamak imkansız hale geldi. Sokak başlarının elleri tespihli ağır abileri, artık üzerlerinde çakma habercorimbie’ler, ayaklarında kolpa tiger'larla piyasa yapmaya başladılar. Böylece bu insanlar kıyafete bakılarak tespit edilemeyecek hale geldiler. Ama kıyafet haricinde her yönden nereden geldiklerini belli ediyorlardı bunlar. Saçlarını dikiş şekilleri, dinledikleri müzikler, yolda yürüyüş şekilleri, bu insanların farklı olduğunu gösteriyordu. Ama artık bunlara serseri denilemezdi. Kolpalarla kapitalizme karşı verdikleri mücadele artık yeni bir tanımla ödüllendirilmeliydiler. Serserilerin bu kapitalizm karşıtı mücadeleleri, Arizona ve New Mexico bölgesinde, Mogollon ve Sierra Madre sıradağlarında yaşayan bir Kızılderili kabilesi olan apaçilerin Amerika’yla olan mücadelesine benzetildi ve bu serserilerin adı artık Apaçi olmuştu. Zararsız ama mücadeleci Apaçiler !
(Apaçi kültürünü anlatan yazı dizimin ilkidir. Bu yazıda kültürün gelişim süreci irdelenmiştir. Diğer apaçi temalı yazımın konusu ise bu akımı hayat tarzı edinmiş gençlerin aşkları olacak. Apaçilerin aşkı başkadır!)
2000'li yılların sonlarında, bu bölgelerin kaçakta olsa elektrik almaya başlaması ve eskiden çok büyük bir lüks gibi görünen televizyonun ucuzlamasıyla artık gecekondularda 37 ekrandan nasibini almıştı. Varoşlar artık televizyon ekranlarında, diziler veya filmler vasıtasıyla, hayatlarında sahip olamadıkları ve olamayacakları arabaları, evleri, vilları, sosyal yaşantıları yani basite indirgemek gerekirse zenginlikleri görüyordu. Ama onlar bırakın bu zenginlikleri, daha karınlarını bile zor doyuruyorlardı. Onlar insan gibi yaşayamazken bir kısım lüks hayat sürüyordu. Bunlara imrenipte sahip olmamanın dayanılmaz hafifliği, varoş gençlerinde psikolojik olarak olumsuz bir dışa vuruma sebebiyet verdi. Artık varoşların cebine tespihe artı olarak kelebek eklenmişti.
O dönemin zengin çocuklarının korkulu rüyası olmuşlardı onlar. Artık onlara takılan varoş isminin de yerini serseri almıştı. Serseri gençlik!
Köşe başlarını tutan, bulundukları muhite yabancı bir akranları geldiğinde rahatsız eden. Belkide döven, yurdumuzun aykırı çocukları. Aykırılıklarının sebebi onların kötü bir insan olması değildi elbet. Lise dönemimde ki matematik öğretmenimin sık telaffuz ettiği bir laf vardır. "Kötü insan yoktur kötü huy vardır" diye. İçinde bulundakları ekonomik durum da bunları kötü huylara sevketmişti. Bir yanda ayaklarında adidas nike gibi marka ayakkabılar, altlarında levis pantolon, üzerlerinde marka gömleklerle sokaklarda fink atan züppe gençlik. Kendilerindeyse mahmutpaşa malı kıyafetler.
Ekonomik uçurumun yarattığı bu serseri akımı uzunca bir süre sürdü. Ta ki gerek giyim gerek teknoloji alanlarında fason sektörü patlama yapana kadar. Artık bilgisayarla logolar gerçeğinden farksız şekilde çizilebiliyor. Ve tekstil sektöründe orijinalinden ayırt edilemeyecek kadar mükemmel kopya ürünler üretilebiliyordu. 2000'li yılların ortalarına gelindiğinde bu kopya ürünler Türkiye'de neredeyse her yerde satılmaya başlanmıştı. Serseriler benliklerini yitirip kapitalizme yenik düşmüştü. Daha önce televizyonlarda ki dizi karakterlerinde görüp asla alamacayakları derecede pahalı olan kıyafetlerin, gerçeğinden farksız kolpalarını giymeye başlamışlardı. Artık bu aykırı insanları kıyafetlerine bakarak anlamak imkansız hale geldi. Sokak başlarının elleri tespihli ağır abileri, artık üzerlerinde çakma habercorimbie’ler, ayaklarında kolpa tiger'larla piyasa yapmaya başladılar. Böylece bu insanlar kıyafete bakılarak tespit edilemeyecek hale geldiler. Ama kıyafet haricinde her yönden nereden geldiklerini belli ediyorlardı bunlar. Saçlarını dikiş şekilleri, dinledikleri müzikler, yolda yürüyüş şekilleri, bu insanların farklı olduğunu gösteriyordu. Ama artık bunlara serseri denilemezdi. Kolpalarla kapitalizme karşı verdikleri mücadele artık yeni bir tanımla ödüllendirilmeliydiler. Serserilerin bu kapitalizm karşıtı mücadeleleri, Arizona ve New Mexico bölgesinde, Mogollon ve Sierra Madre sıradağlarında yaşayan bir Kızılderili kabilesi olan apaçilerin Amerika’yla olan mücadelesine benzetildi ve bu serserilerin adı artık Apaçi olmuştu. Zararsız ama mücadeleci Apaçiler !
(Apaçi kültürünü anlatan yazı dizimin ilkidir. Bu yazıda kültürün gelişim süreci irdelenmiştir. Diğer apaçi temalı yazımın konusu ise bu akımı hayat tarzı edinmiş gençlerin aşkları olacak. Apaçilerin aşkı başkadır!)
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGl_lEF2sL1QNDMza8SeohZORNtB96sbpGYepUtk1kBC-qgrGihWhJzByTPXn-Cv4W4ZSCX3EU_GXJcR5uw5GdIpaheFGx6VqUz_HpZl4aph5sI074R0ahvBJVEkKhE4xiGQUyhbXTLhk/s320/n712598481_1086912_3322.jpg)
Etiketler:
apaçi,
apaçi kültürü,
apaçiler,
serseri gençlik,
varoşlar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)